Şu “toprak satma” meselesi…
Vakanüvis
Her İsrail çatışması yaşandığında gündeme gelen, “Araplar da topraklarını satmasaydı” ezberi, bir kez daha dolaşıma girdi. Sosyal mecralarda da konvansiyonel medyada da bu yöndeki değerlendirmelerin haddi hesabı yok. Oysa gerçek hiç de öyle değil…
Göç, 19. yüzyılın sonlarında başlamıştı
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Avrupa ülkeleri ve ABD’de yaşayan Yahudiler, Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikrini kuvveden fiile geçirme çabası içine girmişlerdi. Siyonizm örgütü bu amaçla bir yandan nüfuzlu ülkeler ve Osmanlı yönetimi ile temaslarda bulunurken, diğer yandan da organize olup, federasyonlar kurarak toprak satın alma ve Filistin’e Yahudi göçünü destekleme faaliyetlerine girişmişti. Bunun sonucunda da Filistin’deki Yahudi nüfusu ve Yahudilerin elindeki topraklar, 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başlarına kadar genişlemeye başlamıştı. Bu faaliyetlere karşı Osmanlı Devleti bazı yasaklamalar getirirken, Filistin halkı da çeşitli yöntemlerle gelişmelere tepki göstermişti.
Süreçte; Yahudi Ulusal Fonu, Yahudi Kolonileşme Tröstü, İngiliz Filistin Bankası, Osmanlı Ziraat Sanayi ve Ticaret Şirketi, Dünya Yahudiler Birliği, Siyon Âşıkları, İngiliz-Yahudi Derneği, Yahudi Kolonizasyonu Birliği, Dünya Siyonist Örgütü, Baron Hirsch ve Rothschildler gibi banka, şirket, örgüt, şahıs ve aileler, Filistin’e Yahudi göçünü desteklerken, finansal destek de sağlamışlardı.
Abdülhamid, topraklar elden çıkmasın diye şahsen satın alıyordu
Dönemin Padişahı II. Abdülhamid’e de ulaşan bu çevreler, her defasında padişahın ret cevabıyla karşılamışlardı. Abdülhamid, toprak satmayı reddettiği gibi, Filistin’de devlet ve vakıf arazilerinin satışını yasaklayan düzenlemeleri de hayata geçirmişti. Sultan Abdülhamid, şahısların olası cazip tekliflerden etkilenebileceği endişesiyle de çok sayıda özel araziyi şahsen para ödeyip, sahiplenip, koruma altına almıştı.
İttihat Terakki bile verdiği izinden pişman oldu
Ancak önce 1908’de Meşrutiyet’in ilanı, 1909’da da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Filistin’deki dengeler değişecekti. İktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileri, eski idarenin tasarruflarını ortadan kaldırma adına aceleyle toprak edinme yasağını kaldıracaklardı. Bu kısa dönemde, bölgede 3 bin olan Yahudi nüfusu 80 bin dolayına ulaşmıştı. Durumun, giderek Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğinin geç de olsa farkına varan İTC ise bir süre sonra hatadan dönerek, II. Abdülhamid dönemindeki yasakları geri getirecekti. Ne var ki, Yahudi yerleşimciler bu kısa dönemde 33 yerleşim birimi kurmayı başarmışlardı.
“Allah’ın kitabında da, Peygamber’in sünnetinde de yeri yok”
Bu kaotik ve ferasetsiz dönemde elden çıkan topraklar, Filistin halkının tepkilerine yol açmaktaydı. Bu kesimlerin sözcüsü haline gelen Said Carullah’a ait El-Münadî gazetesi, arazi satışı yapanlara ve bu gelişmelere göz yuman yereldeki Osmanlı yöneticilerine ağır eleştiriler yöneltiyordu. Gazetede yer alan ve yorumlarda; her millet içerisinde millî ve dinî duyguları fazla gelişmemiş gruplar olabileceği, Filistin’de de böyle kişilerin bulunduğu ancak büyük kitlenin toprak satmaya sıcak bakmadığı memnuniyetle vurgulanıyordu. Gazete, asıl tehlikenin, yöneticilerin bu gelişmelere karşı duyarsız kalmasından kaynaklanacağı uyarısını yapıyordu: “Az sayıdaki kişilere yabancıya arazi satmanın ve vatan ile ümmeti satarak simsarlık etmenin, Allah’ın kitabında ya da peygamberlerin sünnetinde helal olduğu görülmüş mü diye sormak isteriz. Böyle bir dalalete düşenler, Allah’tan korksun ve bu memleket sakinleri, vatanlarından vazgeçmek istemeyen Filistinlileri örnek alsınlar. Satmaya niyetli olanlara en iyi ibret, nasihat; geçmişte bu livada toprak satanların, şimdi harcayacak paraları ya da barınacak mülkleri kalmayan hallerini beyan etmektir.”
II. Dünya Savaşı sonrası yerleşimde patlama yaşandı
Yine de Osmanlı’nın yıkılışı sürecinde Filistin’e yönelik yerleşimci göçü, dünya Yahudi çevrelerinin arzu ettiği düzeyde olmamıştı. Bölgedeki İngiliz yönetiminin bütün teşviklerine rağmen 1933’e kadar Filistin’e yerleşen Yahudi sayısı 150-200 bin bandında kalmıştı. Ne zaman ki, Almanya’da Adolf Hitler yönetime gelmiş, Avrupa’da Yahudi karşıtlığı yaygınlaşmış, 200 binlerde kalan bu sayı da hızla 800 binlere ulaşmıştı.
Toplam yüzölçümün yalnızca yüzde 9’u satıldı
Son tahlilde, Filistinlilerin asırlardır yaşadıkları toprakların Yahudi yerleşimcilerin mülküne geçmesi, buna bağlı olarak İsrail devletinin kurulması ve bugünkü sorunlu sınırlarına ulaşması tamamen bir işgal politikasının eseriydi. Yıllardır bir kara propagandaya konu olan “toprak satışı” ise İsrail devleti kurulmadan önce Filistinlilere ait toprakların sadece yüzde 9’una tekabül etmekteydi. Eski Kudüs müftüsü Emin el-Huseynî’nin yaptığı araştırmaya göre, satın alma yoluyla elde edilen mülklerin 650 bin dönümünü, kendileri Filistin’de ikamet etmeyen çoğu Beyrutlu toprak ağalarından edinilmişti. 250 bin dönümlük bir kısım ise ya hileli satışlar (borçlandırılan küçük çiftçinin toprağına önce Filistinli zengin el koyuyor, sonra da burası Yahudi kuruluşlara satılıyordu) ya da cazip dünyalıklara kendilerini kaptıran az sayıdaki Filistinliden satın alınmıştı.
1948 yılı sonrasına ait bir araştırmaya göre de toprak varlığının yüzde 52’si Filistinli olmayan toprak sahiplerinden, yüzde 24’ü Filistinli zenginlerden, yüzde 13’ü hükümet, kilise ve yabancı şirketlerden satın alınırken, sadece yüzde 9’u küçük çiftçilerden temin edilmişti. Yüzde 91’nin mülkiyeti yine Filistinlilerin elindeydi. Ancak terör olayları nedeniyle bölgeden göç eden Filistinliler topraklarını sahipsiz bırakmak zorunda kalmışlardı. İsrail devleti de kısa bir süre sonra, sahipsiz topraklara el konulmasını sağlayan bir yasa çıkartmıştı. Böylece bölgede Yahudilerin mülk edinmesi asitmetrik bir biçimde artış gösterecekti.