CHP İstanbul Milletvekili Fethi Açıkel, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde; “Milli Eğitim Bakanlığı’nın yıkım ve yapboz projelerini ve bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Çağdaş medeniyeti ıskalatan, Türkiye’yi Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın geri kalmış ülkelerinden göç alan fakat kendi eğitimli genç mühendis, doktor ve yazılımcılarını ise Batı’ya kaptıran bu milli eğitim sisteminin bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurumu sınavlardaki kayırmacılık mekanizmalarıyla, siyasi atamalarla, mülakatlarda oluşturduğu hayal kırıklıklarıyla beyin göçünün en önemli sebepleri arasındadır” dedi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, bugün Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçe, kesin hesap ve Sayıştay raporları görüşülüyor. Komisyonda konuşan CHP İstanbul Milletvekili Fethi Açıkel, şunları söyledi:
“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ MERKEZİ BÜTÇE İÇİNDEKİ PAYI 2016 YILINDAN İTİBAREN AZALMAKTADIR”
“Maalesef, teklif edilen 2024 yılı bütçesi eğitimdeki yapısal ve güncel sorunları çözmekten uzak bir niteliktedir. 2024 yılı merkezi yönetim bütçesinin 11 trilyon 89 milyar lira olması öngörülmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi ise 1 trilyon 92 milyar TL olarak teklif edilmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı için teklif edilen 1 trilyon 92 milyar liralık bütçe 20 milyona yakın öğrencimiz ve 1,5 milyonu aşkın tüm eğitim camiamızın ihtiyaç duyduğu kaynak miktarının oldukça altındadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkezi bütçe içindeki payı 2016 yılından itibaren azalmaktadır. 2016’da Bakanlığın merkezi bütçe içindeki payı yüzde 13,38 iken bu oran 2023 yılında yüzde 9,74’e kadar düşmüştür. Aynı şekilde, 2016 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 2,9 iken 2023 yılında bu oran yüzde 2,3’e kadar gerilemiştir.
Eğitim yatırımları açısından ise AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken 2024 yılı itibarıyla bu oran neredeyse yarıya, yüzde 9,15’e gerilemiştir. Dijital dönüşümü, eğitimde yeni teknolojileri ve yüksek vasıflı iş gücüne sahip gençlerin eğitimini ve mesleki becerilere kavuşturulmasını tartıştığımız bu bilgi çağında, bu dijital çağda eğitimde yatırım bütçesine yüzde 10 oranında bir payı dahi ayırmamız bizim açımızdan bir ayıptır. MEB bütçesi içerisinde yatırımlara ayrılan payın en az yüzde 20 seviyesinde olması dijital dönüşüm çağında sorunların çözümü açısından büyük önem arz etmektedir.
“AK PARTİ YİRMİ BİR YILDA 8 KEZ MİLLİ EĞİTİM BAKANI DEĞİŞTİRMİŞTİR”
AK Parti yönetimi altında Milli Eğitim bakanlarının görevde kaldığı ortalama süre iki buçuk yıldır. AK Parti yirmi bir yılda 8 kez Milli Eğitim Bakanı değiştirmiştir. Mevcut Bakan görevi üstlenen 9’uncu Milli Eğitim Bakanı’dır. Değişen bakanlarla birlikte sınav sistemleri, tüm müfredatlar, tüm kadrolar çok ciddi yapısal değişikliklere maruz bırakılmıştır. Bakanlık bu süreçte Milli Eğitim Bakanlığı kadar ‘Milli Yapboz Bakanlığı’ gibi çalışmıştır. Halef bakanlar ve selefler arasında gereksiz rekabet, olumlu politikaları inkar ve gereksiz kendini ispat çabalarıyla yirmi bir yıl geçmiştir. Milli eğitim politikalarında keyfekeder değişimler ve revizyonlar adetten olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı bu yapbozlar yüzünden sadece sıfır toplamlı bir Bakanlık haline gelmemiş, pek çok alanda ve parametrede maalesef daha da geriye gidilmiştir. Kaybedilen kuşaklar, kaybedilen yıllar, kaybedilen eğitimci kadrolar ve kaybedilen kaynaklar bunun acı göstergesidir.
Eğitime yapılan en büyük kötülüklerden biri şüphesiz kamusal eğitimden kopuş ve sosyal devletin adım adım eğitimden çekilmesidir. Nitekim 2002 yılından günümüze kadar özel okullaşma oranı her geçen yıl artmış, 2023 yılı itibarıyla örgün eğitimde özel okul sayısı 14 bini aşmıştır. Özel okullarda eğitim alan öğrenci sayısı ise 1 milyon 700 bine yaklaşmıştır. 2011- 2012 döneminde 4 bin 600 olan özel eğitim kurumu sayısı 2022-2023 döneminde 14 bin 200’e kadar yükselmiştir. Özel okul sayısı yüzde 206; özel okullarda kayıtlı öğrenci sayısı ise yüzde 211 oranında artmıştır. Bu, eğitimde kamunun ağırlığının azaldığının, piyasalaşmanın arttığının ve Türkiye’de sınıf eşitsizliğinin, eşit yurttaş yaratma ve meslek sahibi kılarak fırsat eşitliğiyle ülkenin bölgesel ve sınıfsal adaletsizliğini gidermenin önündeki en önemli kaldıracın kaybedildiğinin bir göstergesidir.
“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI EN TECRÜBELİ BATIK PROJE BAKANLIĞI OLDU”
Yirmi bir yılda eğitimde tabii ki birtakım çalışmalar yapıldı, kimi büyük projeler medya kampanyaları aracılığıyla başlatıldı. Ancak maalesef, bu proje ve tecrübelerin sonunda ya başlangıç noktasına dönüldü ya da bazen de daha gerisine düşüldü. Biriken tecrübe ise sonuçta yıkım tecrübesi ve yapboz tecrübesiyle sınırlı kaldı. Bu yönüyle Milli Eğitim Bakanlığı en tecrübeli batık proje bakanlığı oldu. Bakınız, örneklerle söylemek gerekirse; Milli Eğitim Bakanlığı temel dik yazı uygulamasından birleşik eğik yazısı uygulamasına geçti, yaklaşık on iki yıl bu uygulama yürürlükte kaldı. Çocuklarımız temel dik yazıdan birleşik eğik yazıya geçerken zorlandılar, yazmayı beceremediler; bu sistem on iki yıl uygulandıktan sonra terk edildi. MEB sözde ‘asrın projesi’ olan Fatih Projesi’ni uyguladı ancak Covid-19 döneminde dahi öğrenci ve öğretmenler teknolojik yetersizliğin mağduru oldu; internetsiz, tabletsiz ve bilgisayarsız kaldı. Eğitim kuşak kayıpları yaşandı. Genel liseler Anadolu liselerine dönüştürüldü, nitelikli okullar adeta yok edildi.
“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NIN KUR’AN KURSLARINDAKİ DENETİME SON VERMESİ İSE ÇOK CİDDİ BİR YETKİ FERAGATİDİR”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Kur’an kurslarındaki denetime son vermesi ise çok ciddi bir yetki feragatidir. Dini eğitim, merdiven altı tarikat ve cemaatlerin kontrolüne geçti, çocuklarımız her türlü suistimalin ve pedagojik hırpalanmanın konusu haline geldi. Trajik bir biçimde, çocukların okula başlama yaşı önce altmış aya ardından altmış altı aya ve sonunda da altmış dokuz aya çıkarıldı, küçücük çocukların kayıt yaşıyla sürekli oynandı, aileler ve küçücük çocuklarımız, evlatlarımız eğitim kobayı haline getirildi. Bu sorumluluğu üstlenen bir tek bakan, bir tek yüksek bürokrat, istifa eden bir tek Türkiye Cumhuriyeti bürokratı bilmiyoruz, tanımıyoruz. Aynı şekilde, AK Parti döneminde sözde dershaneleri kaldıran 6528 sayılı kanun çıkarıldı; ne dershaneler kaldırıldı ne de özel okula dönüştürülen dershanelerin imkansızlıkları, şehir içi binalara tıkılmış, spor alanı, çevresel imkanları, fiziksel yeterlilikleri sağlanabildi. En son olarak da Öğretmenlik Meslek Kanunu deneyi başlatıldı. Deney diyorum çünkü önce öğrencileri denek olarak kullanan Milli Eğitim Bakanlığımız şimdi de fedakar öğretmenlerimizi denek ve deneme tahtası olarak kullanmaya başladı.
Tüm bu sözde projelere ve reformlara baktığımızda eğitimdeki büyük çöküşü görmek çok daha kolay olacaktır. Bakınız, bir başka dramatik örnek de Pisa sonuçlarıdır. Bakanlık Pisa sonuçlarındaki hezimeti örtmek için kendi ölçme ve değerlendirme tekniğini yahut projesini uyarlamak zorunda kalmıştır. Pisa’da alınan kötü sonuçlara cevaben 2015 yılında pilot uygulama, 2016’da ise genel uygulamayla yürürlüğe alınan ABİDE projesi, Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilme Projesi uygulamaya sokulmuştur. Ancak bu projenin ne sonuçları şeffaf bir biçimde uzmanlar ve kamuoyuyla paylaşılmış ne de düzenli bilgilendirme yapılmıştır. 2011-2012 eğitim öğretim yılında ilkokulda okullaşma oranı yüzde 98,67 iken bugün ilkokulda okullaşma oranı yüzde 93,85’tir. 2011-2012 eğitim yılında ortaokullarda okullaşma oranı yüzde 93 iken bugün yüzde 91’e düşmüştür; her iki alanda da düşüş aşikardır. 2002- 2022 döneminde ise 19.708 köy okulunun kapısına kilit vurulmuştur. Türkiye’de, kırsal kalkınmanın, tarımın önündeki en önemli mecralardan biri olan köylerde yaşayan nüfusun tasfiyesi Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanlış politikaları nedeniyle hızlandırılmıştır.
“DEPREM BÖLGESİNDE EĞİTİM ADETA KADERİNE TERK EDİLMİŞTİR”
Deprem bölgesinde eğitim adeta kaderine terk edilmiştir. Büyük bir travmayla karşı karşıya kalan depremzede öğretmen ve öğrenciler psikolojik sorunlarla yapayalnız kalmış, tek başına mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Bu sorunlar da acil şekilde çözüm beklemekteyken yani çok sayıda PDR öğretmenimiz istihdam edilip deprem bölgelerinde görevlendirilebilecekken bu yapılmamaktadır. Mevcut bütçe teklifi deprem bölgesindeki eğitim sorunlarını çözme potansiyeli özellikle PDR öğretmenlerinin taleplerinin bu bölgelerde karşılanması potansiyelini taşımamaktadır.
Temel eğitimdeki en büyük çöküşün yaşandığı alanlardan biri yükseköğretimdir. 2016 yılından bu yana YÖK ve üniversitelerin bütçesi neredeyse yüzde 19 azalmıştır. Yükseköğretim düzeyinde yaşanan nitelik sorununun başlıca nedeni despotik siyasi iklim ve politik atamalar kadar bu, bütçe eksikliğidir. Her ile bir üniversite projesi iflas etmiştir. Maalesef, üniversitelerimiz genç işsizliğini dört beş yıl ertelemenin aracı haline gelmiştir. Eğitim ve istihdam arasındaki bağ kopmuştur. Tekrar ediyorum Sayın Bakan, eğitim ve istihdam arasındaki bağ kopmuştur. Yükseköğretim planlaması ile ekonomi ve kalkınma politikaları arasında kurulması gereken mekanizmalar kurulamamıştır.
“ÜNİVERSİTELERİMİZ DÜNYA SIRALAMALARINDA HIZLI BİR GERİLEME DÖNEMİNE GİRMİŞTİR”
Bununla birlikte, üniversitelerde intihaller, siyasi kriterlerle atanan kayyum rektörler, kişiye özel akademik kadro ilanlarıyla, torpilli yükselme jürileriyle, hileli akademik yayın rekorlarıyla, Türkiye yetersiz araştırma bütçeleri ve yoksulluk sınırında ve altında çalışan akademisyenlerle küme düşmektedir. Bizzat YÖK Başkanı tarafından söz verilmesine rağmen akademisyenlerimizin akademik zam talebi sümen altı edilmeye çalışılmaktadır. En başta Boğaziçi Üniversitesi’nde ve ülkemizin köklü tüm üniversitelerinde ve fakültelerinde büyük akademik kıyımlar yapılmıştır, yapılmaktadır. Üniversitelerimiz dünya sıralamalarında hızlı bir gerileme dönemine girmiştir.
Saray rejimi ve YÖK liyakat ilkesini hiçe sayarak siyasi atama ve yükseltmelerde keyfi ölçütleri gözetmekte ve kayırmacı ve kıyıcı bir anlayışla üniversitelerimizi yönetebileceğini zannetmektedir. Boğaziçi Üniversitesi akademik ve idari kadro atamalarında siyasi etkiler ve keyfi nüfuz çabaları sadece beyin göçünü hızlandırmakla kalmamış, kadroların tüm yükseköğretim kurumlarında liyakatsizleşmesine, partizanlaşmasına ve yetkinlikten uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu yüzden tıp fakültelerimizden ve seçkin üniversitelerimizden dışarıya beyin göçü, adeta oluk oluk insan göçüne dönüşmüştür. Beyin göçü kervanına katılan akademisyenlerin vebali, yirmi bir yıldır yanlış milli eğitim politikalarıyla bu ülkenin gençlerini, nitelikli ve zeki evlatlarını bu ülkeden umudunu keser h ale getiren sizlerin üzerindedir. GATA gibi askeri tıp fakültelerini kapattığınız ve açmamakta ısrar ettiğiniz için doktor açığı halk sağlığını tehdit edecek düzeye ulaşmıştır.
“ÖĞRETMENLERİMİZİ İŞSİZLİĞE, DÜŞÜK ÜCRETE, KADROSUZLUĞA, MESLEKİ ŞİDDETE VE DEĞERSİZLEŞTİRMEYE MAHKÜM EDEN BU BÜTÇE TEKLİFİNİ KABUL ETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yıkım ve yapboz projelerini ve bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Çağdaş medeniyeti ıskalatan, Türkiye’yi Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın geri kalmış ülkelerinden göç alan fakat kendi eğitimli genç mühendis, doktor ve yazılımcılarını ise Batı’ya kaptıran bu milli eğitim sisteminin bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurumu sınavlardaki kayırmacılık mekanizmalarıyla, siyasi atamalarla, mülakatlarda oluşturduğu hayal kırıklıklarıyla beyin göçünün en önemli sebepleri arasındadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri şüphesiz sarayın boğucu otoriter ve bağnaz siyasi iklimi kadar maalesef Milli Eğitim Bakanlığı’nın politikalarıdır. Öğretmenlerimizi işsizliğe, düşük ücrete, kadrosuzluğa, güvencesizliğe, hak kayıplarına, imkansızlıklara, meslek içi adaletsizliklere, ayrımcılığa, kayırmacılığa, mesleki şiddete ve değersizleştirmeye mahküm eden bu bütçe teklifini kabul etmemiz mümkün değildir.”